S U C A K - S U C A K L I
... SUCAKLI SOY KÜTÜĞÜ VE SUCAK CEMAATİ ....

ANEKTODLAR

MUSAFERİZ KÖYÜ
        M U S A F E R İ Z 'in Adı: Köyümüzün tahmini bir kilometre Güneyinde Isıtmagözesi denen bir yer vardır. Adından da anlaşıldığı gibi burada bir göze (su kaynağı) bulunmaktadır. Akan suyunun miktarı mevsime göre değişen bu göze, oralarda otlanan hayvanlarla çobanların su ihtiyacını giderirdi.H emen yakınındaki yıllanmış söğüt ağaçlarının gölgesi, suyunu içen hayvanlara ve insanlara dinlenme yeri olurdu. Köye kadar uzanan deredeki ağaçlar ve otlar, Isıtma gözesinin suyu ile sulanırdı. Isıtma gözesinin otuz metre kadar Batısındaki sırt üzerinde, etrafına bir sıra taş dizilerek yapılmış, iki kişiye ait mezar bulunmaktadır.Burada yatanlar, Musa ile Feruz adında biribirileri ile evli eşlerdir.Bu aile köye ilk gelerek yerleşmiş, köyün oluşmasında ilk aileyi oluşturdukları tahmin edilmektedir. Diğer bir ihtimal de, Köse Süleyman'ın kardeşi olduğu, şehit olup buraya gömüldüğü, bunun adından dolayı da kurulan köye Musaferiz adının verilmesi şeklindedir.Allah'ın rahmeti Musa ile Feruz'un üzerine olsun. İşte bu iki insana ait Musa ve Feruz isimleri, köy şivesi ile beraber söylenerek, MUSAFERİZ şeklinde köye ad olmuştur.Yer isimlerinin Türkçeleştirilmesi çalışmaları esnasında, görevli memur bu isme bir mana veremediğinden ve köydeki ilgililerin de bu görevliyi bilgilendiremediğinden, köyün adı Sarıharman olarak değiştirilmiştir.(Mehmet SUCAKLI)
KÖYÜMÜZDEKİ SOY ADLARI
1.Altunbaş          10.Karaman
2.Başar              11.Kutlu
3.Bektaş            12.Özel
4.Bilgili              13.Sucaklı
5.Cebeci            14.Şahin
6.Dilmaş            15.Uzun
7.Erdem            16.Yazıcı
8.Ergin              17.Yıldırım
9.Emci              18.Yılmaz
...................................................................................................................

BAHATTİN ERDEM AMCA İLE SÖYLEŞİ (111813 Sakine'nin oğlu)

      _Bahattin amca, biraz eskilere gidelim. Bizim Sucaklı’larda, köyden anlatalım.

      _Dedemiz  Hacı Mehmet’in oğullarından Hamza ile Ömer’in askerlik pusulaları çıkmış. Balkan harbine katılmışlar. Ömer balkanda şehit olmuş. Hacı Mehmet oğluna çok üzülmüş. Dede yetimi Ömer’in torunları varmış. Daha sonra çocuklarını toplayarak  “ayrımcılık yapmayacaksınız, Ömer’in çocuklarına da aynı miktarda mal paylaşımı yapacaksınız” demiş. Onun için Veli’nin Mehmet’in mal varlığı amcalarınınkinin aynı miktarı kadardır. O dönemde dede yetimlerine mirastan mal verilmez veya az verilirmiş. Veli’nin dedesi bu kuralı bozarak eşit paylaşım için vasiyet etmiş.

      _Sen yıllardır İstanbuldasın. Köye de gidiyormusun?

      _Köyde dolaşıyordum. Köy odasının önünden sizin harmana doğru gittim. Giderken köy odasına baktığımda damının ortası delinmiş, çöken yerleri ölmüş, harabeye dönmüştü. Kapısını açtım, içine baktığımda, araba tekerleği, eski ziraat aletleri gibi eşyalar konmuş, depo gibi kullanılmaya başlanmış durumdaydı. Köy odasının tapusu molla Ahmet’in olduğu için, oğlu Hacı Hasanı çağırdım.( şimdi rahmetlik ) Dedim ki “ben burayı söküp yaptırmayı düşünüyorum. Önce veraset sahiplerini toplayıp olurlarını alalım. Sonunda muhtarlığa teslim edelim. Bu konuyu büyüklerimiz Bilal’ın Mustafa’ya, Hamza’nın Cafer’e, Osman’ın Ahmet’e danışalım” dedim. Hacı Hasan da “sen ne yaparsan doğru yaparsın, ben sana güveniyorum ve vekâlet veriyorum” diyerek düşüncemi onayladı. O sene biraz kereste aldık, odanın içine koyduk. Ertesi sene de söktük ve iki katlı bina yaptık. Üst katı tam bir daire oldu, alt katı da iki odalı köy odası oldu.

      _Çok güzel olmuş, ellerine sağlık, kesene bereket. Bahattin amca şimdi o köy odası kimin malı?

      _Köy odası şimdi caminin malı oldu. Bunun için senet yaptırdım.

       _Amca, cami kimin malı?

      _Cami de köyün müşterek malı oldu.Muhtarlığa bağlı. Dolayısıyla,köy odası da muhtarlığın malı oldu.Bu köy odası zamanında hacı Mehmet’in evi imiş. Burada beş sene ikamet etmiş. Şimdi ise Cami ile bu ev de muhtarlık kanalı ile köylüye bağışlanmış oldu.

      Köye misafir geldiğinde, şimdi köy odası olan hacı Mehmet’in evinde misafir edilirmiş. Misafirler korktukları zaman, Sıtkı ağabeyim de bu evde kalırmış. 1939 depreminde hacı Mehmet’in evinin sırasındaki evler ile köydeki birçok ev yıkılmış. Çok insan bu depremde ölmüş. Hacı Mehmet’in evinde hasar olmamış, hatta duvarında asılı gaz lambasının şişesi dahi düşmemiş.

          _Hasan amca, İsmail Hoca sizin evin dedesi durumunda idi. Bildiğin ve dinlediklerin kadarıyla anlatır mısın?

      _İsmail hoca Molla Ahmet’in oğludur. Molla Ahmet kardeşlerin en büyüğüdür.İsmail Hoca senin Bilal dedenin de yeğenidir. Bilal deden kendi koyunlarının çobanlığını yaparmış. Molla Ahmeti çok sevdiklerinden, hemen her evde Ahmet adı vardır.

      İsmail dayımın iki oğlu iki kızı vardı.İsmail hocanın Mahmut ve Yusuf adındaki iki oğluSarıkamış’ta asker iken şehit olmuş. İki kızı Ayşe ve Rabia kalmış.

       _Bahattin amca, İsmail hoca nerede okumuş, kimlerden ders almış, nerede hoca olmuş?

       _Şahman hoca ile yeğeni İsmail hoca çocukluklarında kendi kendilerine planlayarak anlaşmışlar. Okulda okumak üzere köyden izinsiz Tokat’a giderek kayıtlarını yaptırmışlar. Mevsim yaz ve ziraat işlerinin çok olduğu zamana rastlar. İşlerin yapılmasında aileleri sıkıntı yaşamış. Hacı Mehmet dedemiz Hamza amcayı Koyulhisar kaymakamına gönderir, çocukların Tokat’tan geriye getirilmesini ister. Hamza amca kaymakama gider ve durumu anlatır. Kaymakam çocukların ne için gittiklerini sorar. Hamza amca da tahsil için (okumaya) gittiklerini söyler. Kaymakam ise “git hacı Mehmet’e selam söyle, çocukları rahat bıraksın, mani olmasın ve eksikleri ne varsa göndersin, çocuklar okusunlar” diyerek Hamza’yı köyüne gönderir. Böylece Şahman ile İsmail Tokat’ta okullarına devam ederler.

       Tokat’ta Mustafa Haki isminde hocaları varmış. Meşrutiyet döneminde sultan Hamit zamanında milletvekili olmuş. Şimdi  İstanbul Fatih’te mezarı olan büyük bir âlimmiş. Mustafa Haki hoca, İsmail hocaya okulu bitirdiklerinde bir görev vermiş. “Sen kendi bölgende Nakşibendî tarikatını anlatacak ve öğreteceksin” diyerek icazet vermiş. Böylece İsmail hoca Musaferiz (Sarıharman ) köyünde hocalığa başlamış. Kendisi odasında oturur, gelenlere ders verirmiş. O dönemde kadın ve erkekler aynı odada bulunmaz ve oturmazdı. İsmail hoca kızı Hava anamı çağırırdı, ”bu gelen kadınlara, sana öğrettiklerimle ders ver”  derdi.

       Müderris İsmail Efendi de Tokat’a tahsil yapmaya gelmiş. Bu biraz daha büyükmüş. Turhu’lu Mehmet hoca da tahsil yapmış. Kabri vasiyeti üzerine İsmail hocanın mezarı yanındadır. Turhu’lu Mehmet hoca Koyulhisar’a müftü olmuş. İsmail hocanın yanına gelirken Değirmenkırağı’na geldiğinde, ayakkabılarını çıkarmış ve yoluna çıplak ayakla devam etmiş. Yanındakiler “neden yalınayak gidiyorsun” diye sormuşlar. Mehmet hoca da “bizim nereye gittiğimizi bilmiyor musunuz? Biz İsmail hocanın yanına gidiyoruz. Böyle çarıkla, çorapla gidilir mi?” diyerek cevap vermiş.  Bu konu o zamanki saygı ifadesini belirten bir davranış şeklidir, ancak o dönemin örfleri içerisinde değerlendirilirse bir mana ifade edebilir.

       Anamı İsmail hoca Tokat’a götürmüş. Ayşe hatun Tokat’ta dünyaya gelmiş. Hocası demiş ki; “Sakine’yi buraya getirin, toplantı yerine (vekale)” demiş. Anam ağlamış. İsmail hoca Koyulhisar’daki müftü Mehmet hocaya “Ayşe’yi salla” demiş. Mehmet hoca da sallamış ve çocuk ağlamayı kesmiş. İsmail hocanın Koyulhisar’daki Mehmet hoca ile konuşması, Mehmet hocanın Tokat’taki çocuğu sallaması tamamen hayali, ruhani bir olay olup, İsmail hocanın ermiş olduğunu ifade etmektedir. Bu konu Peygamberimizin Arşıâlâya çıkması gibi anlık, rüya gibi olaylardır.

     

        _Ders aldığı hocalardan başka kimleri biliyorsun?

        _Sivaslı Rahmi zade var.Niksar’da ……………………………… var.

       İsmail hoca Allah’ın sevdiği kullardandı. Öldüğünde yıkanıp abdest aldırıldığı yer daha sonra yemyeşil olmuş. Bunu Peyrüz eme (hala)nin oğlu Ahmet anlatmıştı ve “gözümle gördüm”  demişti.

       İsmail hocanın kayın biraderi deli Şakir “bu hocanın mezarını açıp bakacağım, çürümediğini görmek istiyorum. Eğer bu çürüdüyse dünyada çürümeyen kimse kalmamıştır” demiş fakat mezarı açmamış.

       İsmail hoca tokat’ta Osmanlı dönemindeki hukuka uygun resmi okullarda okumuş. İsmail hoca askere de alınmamış. O zamanlarda icazetli ve görevli  hocaları askere almazlarmış. Bu da ilgili şartları taşıdığından, askere almamışlar.

       1945ylında öldü. Doğum tarihini bilmiyorum. Öldükten sonra kitaplığındaki kitapları korunamadı. Bilenler almış, geriye vermemişler, zamanla yağma edilmiş.  Nesimi hocanın da çok kitapları varmış. Nesimi hoca Koyulhisar’da sorgu hâkimiymiş. Ali hoca ile Nesimi hoca İskenderşeyh’de okumuşlar. Daha sonra Ali hocanın oğlu molla Ahmet ile molla Üfret (Rifat Bektaş) beraber okumuşlar, ama nerede okuduklarını hatırlamıyorum. Onlar da hoca olamamış, mollalıkta kalmışlar.

       Nesimi hoca rüyasında; bir ırmak geçerken dengesi bozuluyor ve düşüyor, boğulma tehlikesi geçiriyor. Hemen İsmail hoca asasını uzatıyor,  Nesimi hoca asayı yakalayınca İsmail hocayı kıyıya çekiyor.Böylece İsmail hoca Nesimi hocayı kurtarmış oluyor.  Daha sonraki bir gün, İsmail hoca  Nesimi hoca ile cami önünde karşılaşırlar, biraz da şakalaşarak “Nesimi ben seni kurtarmasaydım boğulacaktın” der.

       Hacı Mehmet dedemiz, iki oğlu Ali hoca ile Şahman ve torunu İsmail’i okutmuş.

       Bilal deden de kendi davarlarının çobanıymış. Sucaklı’lar hep köyün ortasını almışlar.Dikkat edersen Sucaklı’lardan başka aileler hep köyün kenarlarında kalmışlar. Bilal dedenin evi ve harmanı yukarıda idi. Evinde oturma odası vardı, tuvaleti evin içindeydi. Molla Ahmet ve İsmail hocanın datuvaletleri evinin avlusunda, eve yakın ama dışarıda idi.
......................................................................................................................................................


 
MUAVİYE EMEMLE SÖYLEŞİ (11145)
-Babamla Sarıharman köyüne gittiğimizde mezarlığa da gittik. Bana yarıdan fazlası toprağa gömülmüş bir taş gösterdi. Bu babamın mezarı dedi. Toprak yığını yok, mezar olduğu belli değil, düz bir yer. Babanın mezarı gömülmüş bir dere taşı ile tanınmamalıydı. Mezara yapılan bakım, gösterilen itina, babaya olan sevgi ve saygının göstergesidir. Babamı n üzülmesini istemedim ama, Daha güzel olması için bir şeyler yapılsa iyi olur dedim. Eme, sen gitsen babanın mezarını bulabilir misin?
-Ben bulurum. Bana Ahmet kardeşim göstermişti. Bu da Zehra'nın mezarı dedi. Yan yanalardı. Mustafa kardeşime söyledim, malzemelerini alalım da babamın Zehra'nın mezarını kaldıralım dedim. O da Zehra'nın bizden başka kimsesi yok, ikisini de yapalım dedi. Mustafa kardeşim Biriket aldı ikisini de çevirdi yaptı. Şimdi ikisi de yapılı. Babamın eski karısının mezarı da yanlarında.
 -Dedemin eski eşi kimlerdendi?
-Ben bilmiyorum. Şahneçimen'den zannediyorum. Orada deli Mehmet vardı. Bize hısım çalıyor, herhalde onlardan olacak. Emine'nin babası ona anlatırdı, o iyi bilir.
(Sorunun cevabı: Babaannem Ayşe’nin annesinin adı Parlak. Parlak, Düzpelit’te evli iken Ayşe adlı kızı ile dul kalıyor. Sarıharman’da Ali oğlu Yusuf Bektaş (kör hafız) ile evleniyor. Evlenince kızı Ayşe’yi de beraberinde getiriyor. Ayşe kör hafızın üvey kızı/ kızlığı olmasına rağmen, zaman içerisinde Ayşe, körün kızı diye anılır olmuş. Parlak, kızı Ayşe’yi Bahri Sucaklı ile evlendiriyor. Bahri ölünce daha sonra da Bilal Sucaklı ile evlendiriyor.)
-Baban ölünce kaç yaşındaydın?
-Ben küçüktüm, çok bilmiyorum. Babam yatakta idi. Anam bakardı. Babamın hastalığı ağırlaşınca, aşağıdaki komşulardan biri, küçük olduğumdan korkarım diye aldı götürdü.  
-Baban öldüğü zaman hangi evdeydiniz?
-Değirmentaşı'ndaki, Mahmut'a verdiğimiz evdeydik.
-Yani Değirmentaşı'nda öldü, cenazesini Musaferiz'e getirdiniz, öyle mi?
-Evet, ölünce cenazesini getirdiler, ama nasıl getirdiklerini ben de bilmiyorum. Ben de Mustafa kardeşim de küçüktük. Babam Mehmet kardeşime vasiyet etmiş. "Bu iki çocuk küçükler, bunlar size emanet, onlara iyi bakın, onları incitirseniz benim yanıma gelmeyin" demiş.
-Babanla ilgili duyduğun anı var mı, anlatır mısın?
-Babam ailenin çobanlığını yapıyormuş. Eşiyle yazları yaylaya gidermiş, hayvanları otlatır, yaylacılık hizmetlerini yaparmış. Köyde kalan diğer kardeşleri ile gelinlerin bazıları söylenmeye başlamışlar. "Biz köyde tarla, bahçe işleriyle uğraşıyoruz, onlar yaylada rahat hayat sürüyorlar. Biz çile çekiyor, onlar sefasını sürüyorlar” gibi sözler söylemişler. Bu konuşmalar dedeme kadar duyuruluyor. Dedem de "Söyleyin, kim gitmek istiyorsa birisi yaylaya gitsin, onlar da aşağıya köye gelsinler" demiş. Bunun üzerine tam bilmiyorum ama, Ali emmim mi, Hamza emmim mi olacak, işte birisi gitmiş. Gitmiş ama, hayvanları otlatmak, yaylacılık işlerini yapmak konusunda pek de tecrübeleri olmadığından işleri yapamamışlar. Dedem tekrar babama "Bilal, bunlar bu işi senin gibi yapamıyorlar, yine sen git de onları köye gönder" diyerek tekrar görev değişikliği yapmış.
Emine daha çok şeyler biliyor. Babası ona her şeyi anlatıyordu. "Sen neden bilmiyorsun" diyerek bana kızardı. Ben yalnız Ali emmimi ve Hamza emmimi biliyorum, diğer amcalarımı bilmiyorum. Ben çok küçüktüm. Ali emmimle Hamza emmim için anam çorba koyardı, ben de onlara götürürdüm. Evin küçüğü olduğum için beni çok severlerdi. Ali emmim "gel hele şu sakallarıma bak" derdi. O zamanlarda bit çoktu. Sakallarında bile küçük küçük bitler gezerdi. Ben de sakallarından bit ayıklardım, hoşuna giderdi.
-Harmanın yanında bir ev vardı. Girişte dar bir hol, sağda bir oda, solda tuvalet vardı. Holün sonundan da büyük bir salon vardı. Ben köyde iken, köylünün yarıdan fazlasının tuvaleti yoktu, çok azının da evin dışında ve uzağında vardı. Çok önce yapılan bu evde tuvalet içerideydi. Aklım erdiğinden beri bu ev samanlık ve buğday ambarı olarak kullanıldı. Sen bu evde oturdun mu, bu evi kim yapmış?
-Ben de o evde çocukluğumda oturdum. Musaferiz'de o evde yaşadık. O evi dedem yaptırmış. Dedemin babası bir eşekle köyün aşağısındaki İnkaya denen bahçelerin olduğu yere gelmiş, orada biraz kaldıktan sonra köye gelmiş. Köyü ve insanlarını beğenmiş ve köyde kalmaya karar vermiş. Dedem yedi çocuğuna da ayrı ev yapmış. Dedemim yaptığı evlerden bizimki de harmanın yanındaki evdir. Peyrüz ememin oturduğu evi de dedem yapmış, onlar da Koyulhisar'dan gelmiş orada oturmuşlar.
Dedem çok çalışkanmış. Köyün yukarısındaki Suşehri, Zara, Sivas yolunda çalışırmış. Köylüler ona kızarmış. "Sen neden tarlanla, hayvanlarınla ilgilenmiyorsun da gidip yolda çalışıyorsun" derlermiş. Dedem de "Tarlamı, hayvanlarımı her zaman yaparım ama yoldaki iş beni beklemez. Ben de o işi, dolayısıyla oradan alacağım parayı kaçırırım" dermiş. Dedem yolun Suşehri'nden Zara'ya kadar olan kısmında hep çalışmış. Köyde tarlalarında harman yapmış, bizim durduğumuz eve doldurmuş, hayvanlarına tasarruflu olarak yedirmiş, kendilerine de tanelerini döverek yemek yapmışlar.
-Köydeki üç yol kavşağında köşede olan evde oturdun mu. O ev ne zaman yapıldı?
-O evde be oturmadım. O zaman ben Efendi ile evliydim. Mustafa kardeşim askerde iken Efendi yaptırdı. Orada daha önceden çok eski bir ev vardı. Bazen o eski evde otururlardı. O ev de anamındı. Efendi eski evi yıktırdı ve kayınvalidesi anama yeni ev yaptırdı.
Kardeşim Suşehri'ne taşınınca tarlaları da evleri de sattı. Ben de hak sahibi olmama rağmen ne kardeşim ne de satın alanlar hiç sormadı, haberim bile olmadı. Sattıklarını iş bittikten sonra duyardım. Bir gün Mehmet kardeşim Değirmentaşı'ndan geldi. "Haydi seni Suşehri'ne kardeşinin yanına götüreyim, konuşalım. Her yeri satıyor, seni hiç düşünmüyor mu? Efendi'de de nikahın yok, senin sonun ne olacak." dedi. Etme, yapma kardeşim, beni ona götürme, onun huyu kötü, bana kızar, Efendi'nin ailesi tarafındakiler de duyar benimle alay ederler, başıma kakarlar, dedi kodu ederler dedim. "Ben senin yanındayım, o sana bir şey diyemez, ben seni götüreceğim" dedi. O zaman anam sağ idi. Beni götürdü, Mustafa kardeşimle konuştu. "Kardeşim, sen Isıtmagözesi'ndeki tarlayı da satmışsın, sen bu kızı hiç düşünmüyor musun, bunun hakları, bunun sonu ne olacak, bu senin bacın değil mi, bizi bırak bu ne olacak, Efendi'de de nikahı yok, çocuğu yok. Molla Ahmet tarlayı aldı, bacımızı Efendi'ye verdi, o rahatça tarlayı yiyor, bacımız da üvey çocukları ile dert çekiyor" dedi. Mustafa kardeşim, ık mık etti sonunda," Isıtmagözesi'ndeki bahçe var, orayı da o alsın" dedi. Mehmet kardeşim de kızdı, "Sen bunun hakkını çok yedin. Sen kardeşim değil de oğlum olsaydın ayağımın altına alır çiğnerdim" dedi. Onun hiçbir tutar tarafı yoktur. Sen gelir bu evinde oturursun, ama bu kızın hiç gideceği yer yok" dedi. Ben küçük olduğumdan, babamı bilmediğimden bir şey diyemiyorum. Babam ailenin davarını güdermiş, yaylasını yaparmış. Babam çok ihtiyarmış, anam ise genç. Bu duruma rağmen anamı kör hafız ona vermiş. Mustafa kardeşim ile ben doğdum, çok yaşamadı öldü. Özellikle Mehmet kardeşime vasiyet etmiş ki, "Mustafa ile Maviye çok küçük, onların emaneti boynunuza" demiş.
-İsmail hocayı biliyorsun. Ondan anlatır mısın biraz da.
-Hoca kızlarından birini Avren'e vermiş, birini de Suşehri'ne vermiş. Suşehri'ndekinin kocası ölmüş. Hava'nın babası, Sıtkı'nın dedesi oluyor. Avren/Kozçukur'daki kızını da eltisi zehirli ekmek yedirerek zehirlemiş. Zehirlendiğini hoca emmim duymuş ve hemen gitmiş, onu kurtarmışlar. Bu durumda olan kızlarının ikisini de almış, köye getirmiş, şimdiki eski eve yerleştirmiş. Sakine'nin kocası Kazım enişte vardı. Onu seviyorduk, iyi insandı. Biz onlara çok giderdik. Onlar da bizi severdi. Bizim durumumuz iyi değildi. Onların varlığı daha iyiydi. Geleni gideni çok oluyordu. Her gelen et, yağ, şeker, koyun gibi bir şeyler getirirdi, boş gelmezlerdi. O da misafirlerine yedirirdi. Günde yedi koyun kestiğini bilirim. Bir gün keçi kesiyorlardı. Dut ağacının dalına asarak keserlerdi. Hıçırların Ahmet Yılmaz vardı, ona kestirirlerdi. O da keser, parçalar, doğrar verirdi. Gelenlerle beraber evde herkes yerdi, biz de giderdik, yerdik. Hoca emmim çok iyi yaşadı. Semaverler kaynardı, çaylar pişerdi, yer, içer, ilahiler söylerlerdi. Hem de gelenlerden çoğu da koyun, keçi getirirlerdi.
       Bir gün hoca emmimin yedi tane keçisi Efendi'nin bahçesinde otluyorlardı. Ben birini tuttum ve bodruma sakladım. Kendi kendime "hep hoca emmim mi yiyecek, bunu da ben yiyeyim " dedim . Akşam olunca hoca emmim torunu Bahattin'e, "oğlum git keçileri içeriye al, kurt murt yer" demiş. Bahattin de gidip keçileri içeriye koymuş ama bir tanesi eksikmiş. Hocaya gidip bir keçinin eksik olduğunu söylemiş. Hoca da "oralara iyi bak oğlum, nereye gider, mutlaka oralardadır" demiş. Bahattin de "her tarafa baktım" deyince, hoca" git Efendi gilin bodrumuna bak" demiş. Akşam yemeği yiyorduk. Bahattin geldi dedi ki "bana bir çıra verin ". "Çırayı ne yapacaksın" dediğimizde, "keçinin biri yok bodruma bakacağım" dedi. Hoca emmim ermiş adam, böyle şeyleri bilirdi. Benim oraya koyduğumu anlamış ve Bahattin'i öyle göndermiş. Bahattin gidip bakıyor ki, keçi orada, alıp götürüyor. Efendi bana şaka yapmak için "keçiyi ne yaptın kesip yedin mi?"dediğinde, hep beraber gülüştük. Hoca emmim daha sonra o keçiyi kestiriyor, etinin yarısını bana gönderiyor. Ben şaka olsun diye yaptım, o da bana öyle bir jest yaptı.
      Hoca emmim kızları ile geleni gideni ağırlamakla uğraşır, çok çalışırlardı. Hoca emmimin kardeşi Bahri anamın ilk kocası imiş. Zehra kardeşinin kızıydı. Anam Bahri ile evlenmiş, Zehra doğmuş, Bahri amca askere gitmiş. Askerden dönmemiş. Kör hafız da anamı o zaman ihtiyar olan babama vermiş. Babam çok ihtiyarmış, yoluna gidemiyormuş. Zehra'yı da kardeşim Ahmet'e vermiş. Zehra onu sevmemiş, istememiş. Ben Zehra'yı az biliyorum. O zamanlarda biz Baharda Değirmentaşı'na göçüyoruz, kışın da Ahmet kardeşim bizi alır köye götürürdü.
      Efendi beni kaçırdığında anamla beraber Değirmentaşı’ndaydık. Mustafa kardeşim karısı Fatma ile köyde kalıyorlardı. Caferi de beraber Değirmentaşı'na getirirdik ki, kuzuları otlatsın, bize de yardım etsin. Evimiz daha sonra Mahmut'a sattığımız büyük evdi. Cafer orada evin bir yerinde, ben de anamla, kırık ağaç bir karyola vardı, orada yatardık.
      Efendi bir gece geldi bacadan aşağıya indi, bir ışık yaktı, dış kapıyı açtı, "Ayşe hala korkmayın, benim" dedi. Anam "sen ne arıyorsun enim evimde" dediğinde, "Maviy'yi götüreceğim" dedi. Anam da Maviye'yi nereye götüreceksin, o senin torunun yerinde" dedi. Cafer de evde yatıyordu. Efendi gelirken sansar derlerdi Ahmet Şahin'i ve Harun köyünden Osman ağanın oğlu Haydar Koçyiğit'İ yanına arkadaş olarak almış. Haydar, bizim Hüseyin'in kayın pederi, Hatice'nin babası oluyor. Ahmet dışarıda atı tutmuş, Haydar da efendi'yi bacadan aşağıya indirmiş. Ben evde anama o kadar sıkı sarıldım ki, Efendi bizi ayıramadı. Haydar'ı başka bir isimle "Kazım gel" diyerek içeri çağırdı. O da geldi, anamı tuttu, Efendi de beni ayırarak dışarı çıkardı. Anam Cafer'e bağırıyor, "kalk ne yatıyorsun, beni tutan kim" diyor. Cafer de "Harun'dan Temoğun oğlu" diyor.  Ben bu arada kendimce plan yaptım. Beni atın terkisine bindirip giderken, ben arkadan kayarak iner ve kaçarım diye düşündüm. Bindik, giderken ileride Mahmut dayım gilin ev vardı. Ramazan Bayramı arifesi günü gecesiydi, Mahmut dayımlar sahura kalkmışlar, ışıkları yanıyordu. Beni terkiye bindirmişti. Kendisi de bindi, giderken terkiden sıyrılarak indim. O anda at bir tekme vursa beni öldürürdü. Efendi de indi, ben kaçtım o da kovaladı. Ben köyün sokaklarını iyi bildiğim için, Mahmut dayım gilin ışık yanan penceresine doğru koşarken, "beni kurtarın" diye de bağırıyordum. O arada bana kavuştu, beni yakaladı, ağzımı kapattı, geriye getirdi, baktı ki Ahmet de atı kaçırmış. O sıralarda Kafiye emem de kalkmış, yemek yapıyormuş. Eltisine “git öteki evden ceviz getir de kıralım, yiyecek bir şeyler yapalım, yarın orucumuzu açarız." demiş. Zaman olarak kış ayıydı ama oralara henüz kar yağmamıştı, dağlara yağmıştı. Sesimi Ayşe de Kafiye emem de duymuş. Kafiye emem "bizim işimiz var oturuyoruz, bu çocukların ne iş var dışarıda, sesleri geliyor" demiş. Ayşe de "hala onlar çocuk değil, birisi Mahmut dayı beni kurtar diye bağırıyor, başka biri de onu ite kaka aldı götürdü" demiş. Haydar aşağı köprünün olduğu yerde at ile beklemiş. Efendi beni ata bindirdi, kendisi de bindi, Suşehri istikametine doğru sürdü.
      Anam Mahmut'ların eve doğru koşarak "Mahmut ne yatıyorsun, Muaviye'mi götürdüler" diye bağırmış. Kafiye emem de "kız burada çığlık attı, biz bilemedik, anlayamadık ki kurtaralım" demiş. Mahmut dayım kalkmış, Mehmet kardeşime söylemişler, o kalkmış, beraberce karakola gitmişler. Beni Efendi kaçırırken bağıracağımı düşünüyordum, ama ağzımı tuttu. Ben yalın ayak, ütümde yattığım kıyafet vardı. Efendi benim elbiselerimi de almış, çantasına koymuş.
     Efendi ile atta giderken, benim nereye gittiğimizi bilmediğimi zannediyor. Ben Suşehri'ndeki Hava bacıma çok giderdim. Suşehri yolunu biliyorum. "Nereye gidiyoruz, biliyor musun? " dediğinde, "biliyorum tabi ki, Suşehri'ne gidiyoruz" dedim. O zaman ben küçüğüm, on iki yaşındayım. Evcilik oyuncaklarım harmanda kaldı.
      Biz gidince, Değirmentaşı'nda herkes kalkmış, köye haber göndermişler, Ali emmime, Mustafa kardeşime söylemişler. Her iki köy de seferber olmuş, köyler bir sürü söylemlerle karışmış.
     Beni Avren köyüne getirdi. Orada harman ile aynı düzlemde olan bir evin damına geldik, ama durduğumuz yerin altında ev olduğunu anlamadık, bilmiyoruz. Evin damı çürük olacak ki, evin damı çöktü, biz de atın üstünde, at ile beraber evin içine düştük. Ben kendi kendime "yerin dibine girdik, anam beni daha bulamaz" diye hayali bir düşünceye girdim. Evin bir köşesinde de bir kadın ile bir çocuk yatıyordu. Efendi onları görünce " Korkmayın, biz yolcuyuz, yabancıyız, evin de çürükmüş, düştük, ben sizin evinizi yaptırırım" dedi. "Bizi asker arkadaşım .................................... 'a götür, biz evlerini bilmiyoruz" dedi. Kadın gönülsüz, yardım etmek istemiyor, inat ediyor kalkmıyor. Bu arada düşerken benim sırtıma çalılar çarptı, çizdi, at da zorundan eve küçük çişini yaptı. Efendi kadını ısrarlarla kaldırdı, kadın zorla bizi Efendi'nin arkadaşına götürdü. Efendi "kalkın biz geldik" diye bağırdı. Asker arkadaşı kalktığında " ben bu kızı kaçırdım, seninle bu yoldan Zara'ya gidelim, diğer yoldan gidersem beni yakalarlar" demiş. Ben evde beklerken asker arkadaşı ile efendi kadının evine biraz çalı almışlar, yıkılan yere koymuşlar, üzerini de toprak la örtmüşler.
      Asker arkadaşına, "atını al, biraz da çuval al, soran olursa Zara'ya tuz almaya gidiyoruz dersin" diyerek, gören olursa anlayıp ihbar etmemeleri için de plan yapıyorlar. Sabah kalktık ve yola çıktık. Ama Zara'ya gitmiyoruz, Kızık köyüne gittik. Ertesi günü Pazarbeleni denen başka bir Kürt köyüne gittik. Buradan da Kürtlerden bir kişi aldı beraber Zara'ya gittik. Köylerde ki Kürtler çok sadık, saygılı ve çok koruyucuydular. Ben de Efendi'ye "beni dolaştırma, köyümüze gidelim, ben bir şey söylemem, seninle kalırım" diye yalvarıyorum ama bana inanmıyor, beni dinlemiyor.
      At ile Zara'ya gittik, doğruca bacısının evinde indik. Gelirken her yer kar, kış soğuğu, ama Zara'da kar hafifledi. Hemen durumu bacısı Feride'ye anlattı. Beni başka bir odaya koydular. Feride'ye diyor ki" bu beni kandırmaya çalışıyor, beni köye, anama götür, ben seni dinleyeceğim, ne dersen yapacağım". Feride'de "bizim yakında bir memur var, o iyi bilir, ona anlatalım, fikrini alalım" demiş. Bana da "anan seni arıyormuş, bir adama telefon etmiş, seni ona götürüp konuşalım" dediler ve beni o adamın evine götürdüler. Adam beni bir odaya alarak "kızım anan bana telefon etti, kızımı bulun bana gönderin dedi. Şimdi sen söyle, ananı mı istiyorsun, Efendi'yi mi?" dedi. Ben adama inanarak yalvardım "ne olur beni Efendiye vermeyin, beni anama gönderin" dedim. O da "tamam, ben şimdi seni anana göndereceğim" dedi. Efendi'yi içeri çağırdı "Efendi sana doğrusunu söyleyeyim mi, bu kız anama gideceğim diye yalvarıyor. Sen bunu en kısa yoldan anasına götürürsen az bir ceza ile kurtulursun. Yoksa cezan ağır olur" dedi. Ben adama yalvarmaya devam ediyorum. Efendi "peki ben şimdi yanıma bir arkadaş alıp doğru anasına gideceğiz, teslim edeceğim" dedi. O adam Efendi'ye "Efendi sen çok yanlış yapmışsın, bu işi düzeltmelisin, çok ceza alabilirsin, sen bunu oğluna mı, torununa mı götürüyorsun, sana uygun mu?" dedi ve oradan çıktık bacısının evine geldik.
      Yanına bir arkadaş aldı, sözde beni anama götürecek. Yine Avren'e geldik, aynı arkadaşının evine gittik. O evde sabahladık. Benimle Efendi'yi o gece aynı odaya koydular. Gece Efendi uyuyor, ben ağlıyorum. Bu arada İhsan Hoca bizimle ilgili bilgi almış. At ile eve düştüğümüzü öğrenmiş ve gitmiş anama anlatmış. Anam İhsan'ın emesi (hala) oluyor. "Eme, Maviye Avren'e gitmiş, orada at ile bir eve düşmüşler, kendilerine bir şey olmamış, haydi seninle oraya gidelim" demiş. Mehmet kardeşimin oğlu Zeki'yi de almışlar, Halime ememi de almışlar, birlikte Avren'e gelmişler. Avren'de doğrudan Efendi'nin kardeşinin evine gitmişler. Ben bir odada hem düşünüyor hem de ağlıyordum. Dışarıdan bir ses "Maviye'mi ne yaptınız, nereye oturttunuz, nerde misafir ettiniz, söyleyin ben kızımın yerine   orayı öpeyim bari" diye bağırıyordu. Kulak kabarttım, anamın sesini tanıdım. Kalktım, dışarıya çıkmak istedim, Efendi "otur" dedi, zaten kapı da kilitliydi. "Ben bakarım, eğer anan ise seni ona götürürüm, eğer kendiliğinden kalkmaya çalışırsan seni vururum"" dedi. Efendi baktı ki anam gelmiş. Anam üzüntüsü ile gelişi güzel söylendikçe, oradakiler de anama gülüyorlardı. Ben bu sözleri ve davranışları duydukça kendi kendime deli oluyorum. Efendi yanıma gelerek "hadi gel, işte anan" dedi. Ben dışarı çıktım ki anam, Zeki, Halime emem gelmişler. Beni görünce hepsi şaşırdılar. Hemen orada anama sarıldım ve ağlaştık. Anama dedim ki, "Efendi'ye bir şey söyleme, sakin olun, aksi durumda Efendi beni size vermez" dedim. Anam Efendi'ye söylendi. ""Bir haftadır ben harmanlarda Maviye'm diye ağlamaktan ağzımdan kan geldi. Sen nasıl bir insansın" diye bağırdı. Efendi anamı sakinleştirmeye çalışıyor, "gel ata bin sizi köye götüreyim "dedi. Anam da kızarak, bağırarak "senin atına da sana da" gibi birtakım sözler söyledi.
       Biz Avren'de iken Efendi atına bindi, Koyulhisar'a gidip teslim oldu. Biz de oradan Öksülü'ye gittik. Orada halamın (teyze) oğulları, kızları anamın akrabaları Cafer giller var. Anam yolda iken Halime ememe "Halime, Zehra'yı öldürdüler, dediler ki anası öldürttü. Maviye'yi burada bulduğumuzu duyarlarsa anası biliyordu da gitti buldu derler. Bana bu işi sen tezgahladın derler. Onun için biz buradan Öksülü'ye gidelim de anlamasınlar" diyerek kendince plan yapmış oluyor. Öksülü'ye gidince bir de orada ağlaştık.
       Bu esnada Mola Ahmet de "siz oralara bakın, ben de Suşehri'ne bakayım" diyerek yola çıkmış. Biz Öksülü'de iken namaz sonrası idi, Ahmet emmim geldi, "siz burada kalın, ben Suşehri'ne gideyim, köye telefon edeyim, Maviye'yi bulduk   diyeyim" dedi ve gitti. Biz bir gece orada kaldık. O gün beni banyo yaptırdılar, giyindirdiler, karnımızı doyurdular. Ertesi gün köye gidecektik, Ahmet amcam haber getirdi ki, jandarma ona talimat vermiş. Kız Suşehri bölgesinde bulunduğu için, buraya getireceksiniz, biz işlem yapacağız, ifadesini alacağız demişler. Bunun üzerine beni Suşehri'ne götürdüler. Her taraf kar, kış, soğuk, ellerim, ayaklarım dondu, tırnaklarım döküldü.
       Orada savcı sordu ben anlattım. Efendi'yi sordu, Koyulhisar'a gittiğini söyledim. Efendi de Koyulhisar'a gidip teslim olmuş, kızı anasına teslim ettim demiş. Oradaki jandarma ve savcılık "kız buraya gelecek" demiş. O zaman ben küçüktüm. On iki yaşındaydım. Harmanda evcilik oyuncakların duruyordu. Suşehri'nden at buldular, aynı soğukta Değirmentaşı'na, oradan Musaferiz'e, oradan da Koyulhisar'a gittik. Efendi'yi tutukladıklarını öğrendik. Bize yemek getirdiler. Harun'dan Osman ağa (Haydar'ın babası) da oradaydı. Oğlunu kurtarmak için bize çok hizmet ve rağbet etti. Haydar'ı ifadede söyletmediler. Temoğ'un oğlunu ve Efendi'yi söylettiler. İkisi de hapis yattı. Efendi'yi ve sansarı (Ahmet Şahin) Şebinkarahisar'a ağır ceza mahkemesine gönderdiler ve orada hapis yattılar.
        Efendi ve arkadaşı cezaevindeyken büyük 1939 Erzincan Depremi oldu. ( 26-27 Aralık 1939 tarihinde Erzincan’da oluşan çok şiddetli yer sarsıntısıdır. Yüzey dalgası büyüklüğü 7,9 Richter ölçeğine göre büyüklüğü 7,2 olan deprem sonucunda toplam 32.962 kişi hayatını kaybetmiş) Efendi'nin anlattığına göre; "taşhanda hapisteydik. Deprem oldu, her taraf yıkıldı, korkmaya başladık, yalvarıyoruz ki, bizi dışarıya, ceza evi bahçesine çıkarsınlar, jandarmalar etrafımızda nöbet tutsun, kesinlikle kaçmayacağız. Yeter ki bizi kapalı yerden kurtarın, artçı depremlerle bina yıkılacak biz altında kalacağız." demişler. Savcı da kızgınlığı üzerinde iken "geberin, sizi mi düşüneceğim" demiş. "O depremde çok ölen oldu, biz kurtulduk" diye anlatmıştı.
        Efendi depremle yıkılan memurların evlerini tamir etmiş, barakalarını yapmış. İş yaptığı memurların hepsine de durumunu anlatmış, yalvararak ricada bulunmuş. "Bana birkaç gün izin verin, çocuklarımı bir defa göreyim, ölen var mı, yiyecekleri var mı, evleri sağlam mı, bakıp geleyim" demiş. O sıralarda biz de köyde idik. Anamın küçük bir hizmetçisi vardı. Eve geldiğinde "Efendi gelmiş" dedi. Efendi'nin adını duyunca tüylerim diken diken oldu. Zannediyorum ki, hemen gelip beni götürecek. Efendi gelince hemen hoca emmimin yanına gitmiş. Efendi hapiste iken hoca emmimi rüyasında görmüş. Rüyada hoca emmim Efendi'nin elinden tutarak, taş duvardaki küçük delikten çekerek dışarı çıkarmış. Bu rüyayı da arkadaşlarına anlatırken kendince rüyayı yorumlayarak "bizi hapisten çıkaracaklar, beraat, af veya bir şekilde çıkaracaklar, rüyamda hoca beni çıkardı" demiş. Arkadaşı Ahmet ve diğerleri dalga geçerek "Hocaya bak, gelip seni çıkaracakmış, bir de böyle şeylere inanıyorsun" demişler.
     Efendi köye gelince evine gitmeden doğrudan İsmail Hoca Hazretlerinin yanına gitmiş. Hoca Efendiyi görünce "Efendi iyi ki düşmeden geldin" demiş. Efendi de "sen elimden tutup çıkardın, düşmeme fırsat vermedin ki" demiş.
        Efendi hocanın yanından ayrılıp evine gitmiş. Köyden uzun süre ayrı kaldığı ve cezaevinden döndüğü için köylüler ziyaretine gitmişler. Bu arada molla Ahmet de hoş geldin ziyareti yapmış, sohbet etmişler. Sohbetleri arasında Efendi "bak Ahmet, Maviye'yi nereye verirseniz verin ben oradan alırım, rahat bırakmam, onun adı benimle çıktı, ben onu bir daha bırakmam. En doğrusu sen Maviye'yi bana vermeleri için ikna et. Seninle davalı tarlalarımız karşılığında ben o tarlayı sana vereceğim, davadan da vazgeçeceğim " demiş. Bahsi geçen tarla da Isıtmagözesi ile Camiyanı arasındaki büyük tarladır.
       Molla Ahmet tarlayı alıyor. Ali emmim gilin harmana bize bir baraka yapıyorlar. Parlak da bir yaşında, baba da var, barakalarda duruyoruz. Efendi Molla Ahmet'e gidiyor, Hoca emmime gidiyor, diğer sözü geçebilecek olanlara gidiyor, kesi aracı yapmaya çalışıyor. Bu aracı olabilecek kişiler de "biz bu kızı başka birisine versek, gittiği yerde başkasına kaçtı buraya gelin oldu, Efendi ile yaşadı bize gelin oldu diyerek dedi kodu yapacaklar.  Efendi de evlendiği evi basacak, huzursuz edecek, benzer şekilde olaylar bitmeyecek. Biz yine bu kızı Efendi'ye verelim de ortalık yatışsın" şeklinde müşterek bir fikirde buluşuyorlar. Bu işi karıştıran, ilgilenerek peşini bırakmayan da en çok Molla Ahmet oldu. Tarlayı aldığı için, bunun karşılığında işleri düşündükleri şekilde bitirme peşinde. Ben evde otururken, anamla Molla Ahmet geldiler. Anam Molla Ahmet'e "Molla Ahmet, sen hiç mi utanmıyorsun bu kızı aynı yere vermeye, o evde bir sürü üvey çocuk var, kuma var, nasıl kıyıp da veriyorsun" diyerek kızıyor. Molla Ahmet de "ben onu verdiysem, boynumun borcu. Ben onun peşini bırakmayacağım. Elim hep onun üstünde olacak, bu kolum yorulursa diğer koluma, o yorulursa bu kuluma teslim edeceğim. Eğer ölürsem, büyük oğlum Enver'e vasiyet edeceğim, onun koruyucusu olacak. Başka yere versek, gene aynı olaylar olacak, huzursuzluk sürüp gidecek" diyerek anamı ikna etmeye çalıştı. Anamın da arkası yoktu. Bir şey yapamıyordu. Molla Ahmet'in de köyde sözü geçiyordu. Köyde molla Ahmet ne derse o oluyordu. Hükmü geçiyordu. Hem de Molla Ahmet o zaman köy muhtarıydı. Sucaklı'lar hep onu desteklerlerdi. Onun için Sucaklı'lar ne derse onu yapar, yardımcı olur, hizmetçi gibi çalışırdı. O zaman başka büyük yoktu. En son Ali emmim ile Hamza emmim vardı. Ali emmim depremde, Hamza emmim de ondan önce öldüler.
        Beni oraya verdiler. O zaman hep bir barakada oturuyoruz. Hoca emmimin Sakine orada, Parlak bir yaşında. Herkes Parlak'ı kucaktan kucağa severlerdi. Severken de anası bak, anası bak diyerek oynarlardı. Sakine de dedi ki "kız öyle söylemeyin, o da   öğrenir, olur olmaz yerde anasına bak, anasına bak der" diye ikaz ediyordu. Böyle bir ortamda iken Efendi beni aldı, evine götürdü.
       Ben Efendi'nin evindeyken de Şebinkarahisar'a ifade vermeye çağırdılar. Köyden at buldular, anam, molla Ahmet, ben, Efendi hep beraber Şebinkarahisar'a gidiyoruz. Onlar önde, ben arkada gidiyoruz, Efendi var diye ben aralarına girmiyorum. Allar'ın başına doğru giderken ben arkada attan sıyrıldım, indim. Köye doğru kaçıyorum. Bakmışlar ki ben kaçıyorum, döndüler benim önümü kestiler. Molla Ahmet beni tuttu "nereye gidiyorsun? " dedi. Ben de "köye gidiyorum, sen onu (Efendi) nasıl yanına alır da gidersin hala" diye kızarak söylendim. Molla Ahmet de "yavrum seni başkasına versek de yine seni oradan götürecek. Mecbur kaldık, kabul ettik. Ama ben senin arkandayım, korkma" dedi. Yine beni çekiştirerek ata bindirdiler.
      Şebinkarahisar'a gittik, beni tanıdıkları birinin evine bıraktılar, erkekler de bir otele gittiler. Ben devamlı ağlıyorum. Evin hanımı da "yavrum, ağlama, Allah'ın emri böyleymiş, senin de kaderin bu. Sen başkasıyla evlensen, yine seni oradan kaçırırlar, orada da rahat edemezsin, senin kaderin buysa kaderine razı ol" gibi sözlerle beni teselli etti. Bu arada erkekler çarşıya gitmiş, bana da anama da bir şeyler almışlar. Bana bir entarilik almışlar, bunu da o hanıma diktirin demişler. Ben istemedim. Evin hanımı da "Bak yavrum, kendini hiç yorma, gel şu elbiseni dikelim de giyin. Bu senin alnına yazılmış. Daha kötü yere gidersin, daha kötü günler görürsün, bu kader, ne yapalım" dedi. Elbisemi de diktiler.
      Artık ifade için cavcıya gitme zamanı gelmişti. Beni de aldılar hep beraber gittik. Giderken molla Ahmet dedi ki, "sen ifadende bu adam beni götürmedi, ben kendim gittim diyeceksin". Ben düşünüyorum, bunu nasıl olur da söylerim. Ama molla Ahmet'ten de korkuyorum. Babam yok, kardeşim küçük bir işe yaramıyor. Molla Ahmet ne derse onun sözüne uyuyoruz. Savcı bana her şeyi sordu, ben de anlattım. Ama sonunda da "o beni götürmedi, ben gittim, onun suçu yok" dedirttiler.
      Oradan işimiz bitti ve köye geldik. Köyde sergenlerde oturuyoruz. Bir gün Şevük'ün kardeşi Ahmet geldi, beni aldı onların evine götürdü. Ben Efendi'nin evinde iken de Efendi birkaç kez mahkemeye gitti geldi. O zaman küçük kız kaçırmanın cezası çok ağırdı, bilmem şimdi de öyle mi?
        Efendi'nin evinde yaşamaya başladım. Evde beş tane üvey çocuk var. Onları sorun etmedim ama karşımda birde kuma var. Kardeşi Azmi gidip gelip karışıyor. Azmi'nin karısı Zeynep bizim gelinimizdi. Kocası ölünce Azmi Zeynep'i aldı. Evde her şey zoruma gidiyor, ağlıyorum. Pencereden bakıyorum, Peyrüz ememin kapısının önündeki pınar görünüyor. Aklımdan buradan inip kaçmak geçiyor, ama arkamdan gitti de geri geldi diye dedi kodu yapacaklar diye de çekiniyorum. Çok zorluklar çektim, ama zamanla mecburen alıştım. Anan (Fatma) evin yanındaki yoldan Bağlar'a, Kayanınbaşı'na bahçelere gider gelirdi. Bağlar'dan döneken topladığı dutlardan iyilerini seçerek, başka bir kapla bana verir ondan sonra eve giderdi. Ananı severdim, o da bana düşkündü. Daha sonra anan aklıma geldikçe ". Fadime bacı geldi burada öldü de ben de burada ölürüm, ne yapayım" derdim.
        -Ama anama bakmamışlar da ölmüş. Kimse sahip çıkmamış. Sivas'tan cenazesini dahi alan olmamış deyince;
       -Evet o da öyle oldu. Baban Fatma'yı çok severdi, o da babanı seversi. Baban ikinci evliliğinde herkesin yanında söylerdi. "Fadime'nin değil köyde, Suşehri'nde eline su dökecek bir kadın yoktu" Ama Zehra aklıma geldikçe içimde düşmanlık kinleri kabarıyor, ondan da gönlüm geçiyordu. Benim karımın babası Zehra'yı götürdü öldürdü. Herkesin nefretini kazandı, benim de nefret ettim. Benim karımla aramızın bozulmasına sebep oldular. Yoksa benim karımın eline su dökecek kimse yoktu" dedi. Bunları analığının yanında söyledi.
      -Eme, Zehra'nın öldürülmesi nasıl oldu?
     - Zehra da, Efendi de gençlermiş. Hoca emmim gilin eski evlerinin yanında ekmek fırınları vardı. O zamanlarda herkes o fırında ununu, odununu getirir, hamur yapar, ekmek pişirirlerdi. Efendi'nin annesi de ekmek pişirmeye geldikçe Zehra'yı beğenir, severmiş. Efendi de anasına un, odun getirerek yardım edermiş. Anasının Zehra'ya olan sevgisini, ben bu kızı Efendiye alacağım gibi söylemlerini her ikisi de duyar ve görürlermiş. Bu yaklaşım zamanla ikisinin de aklına yatmış, biri birlerine yakınlaşmasına, sevgi bağlarının oluşmasına sebep olmuş. Ama köy şartlarında görüşme, sevgilerini ifade etme gibi imkanlar yoktu. Zamanla bu sevgi çoğalmış, artık biri birlerini gözetleme, takip etme gibi gizli hareketlerle aşk yaşamışlar. Anamı kör hafız anamı babama verince, Zehra da anasıyla beraber geliyor. Onu da aynı baba evinde olan kardeşim Ahmet'e veriyorlar. O zaman harmanın aşağı köşesindeki evde oturuyorlarmış. Zehra da önceden sevgisini Efendi'de topladığından olsa gerek, Ahmet kardeşimi de hiç sevmemiş ve istememiş. Sık sık anasının yanına kaçar gelirmiş, tekrar götürürlermiş. Yol kavşağının olduğu yerdeki hamuslunun (çeşme ve hamam) üst tarafında odunları varmış. Zehra buradan evlerine odun götürürmüş. Efendi de takip edip, "ben seni alacağım, gel beraber kaçalım" dermiş. Zehra da " ben hoca emmimden dersliyim, ben böyle gidemem, hoca emmim bana darılır, şimdi olmaz bir kış günü konuşalım" dermiş. Ahmet köyde çift sürüyor, biz de Değirmentaşı'nda yayla yaylıyoruz. Zehra da Değirmentaşı'nda. Köylülerden bazıları dedi kodu şeklinde Ahmet'e "sen burada körün kızına hizmet et, o senin karını Değirmentaşı'na götürdü ki Efendi'ye versin" derlermiş. Gerçekte böyle bir plan, düşünce yoktur. Bir akşam anam inekleri sağarken, Ahmet kardeşim elinde övendere ile gelmiş. Evin avlusunda bağırıyor, kızgınlıktan ağzı köpürmüş vaziyette. Ben ve Mustafa küçüğüz, korktuk." Sen Zehra'yı Efendi'ye vermek için buraya getirdin, nasıl yaparsın bunu" diye bağırıyor. Zehra da korkudan diğer eve kaçtı, orada kendini bir odaya kilitlemiş. Anam Mustafa'yı çağırarak "oğlum git Kumru bacıyı çağır da bunu alsın götürsün" dedi. Kumru dedikleri de Rıfat Bektaş dedenin anası. Zübeyde emem de orada. Mehmet kardeşim geldi, uğraşıyorlar ama bir türlü Ahmet'i sakinleştiremiyorlar. Ahmet " ben ya intihar edeceğim ya da yorganımı alıp bu memleketi terk edeceğim" dedi. Herkes ikna etmek için uğraştılar, konuştular, teselli ederek köye gönderdiler. Biz de Değirmentaşı'nda kaldık.
        Daha sonra bir gün, Üfret (Rıfat) deden, Tasim (Tahsin), Akseki'den teyzemin (Seftik) oğlu, üçü birlikte geldiler. Efendi'nin de Değirmentaşı'nda Zehra için sokaklarda dolaştığını duyuyoruz. Anamla ne konuştuklarını bilmiyorum, Zehra'yı alıp götürdüler. Köyün ilerisinde Koz dere var, İnkaya'daki Çakırca suyuna, devamında da Kelkit ırmağına bağlanır. İşte o Koz dereye götürmüşler, ırmağın içinde bir taşa oturtmuşlar, Zehra'nın bel bağı ile de boğazını sıkmış öldürmüşler. Derenin de suyunun çok olduğu zaman, su neredeyse Zehra'nın tepesinden aşacak kadar. Bir süre böyle bırakıyorlar, tekrar dönüp ölüp ölmediğini kontrol ediyorlar. Bir bıçakla da birkaç kez bıçaklayarak, tepkisini görüp kesin ölmüş olduğunu görüyorlar. Orada bırakıp geliyorlar. Geldiklerinde evde anneannen ve Seher varmış. O sıralarda teyzemin kızı da Yakup'n karısı ve verem hastasıydı. Eve geldiklerinde "bugün kendimizi dinsiz ettik geldik" demişler. Senem de bu sözü duyuyor.
      Karafil'in kızı Nafiye, köyden birkaç kişi daha kadın, kız bir araya gelip anlaşarak beraber madımak toplamaya gitmişler. Koz derenin yamaçlarında madımak topluyorlarmış. Karafil'in kızı da dereye daha yakın yerlerde toplarken Zehra'nın cesedini görüyor ve "Zehra suyun içinde" diye bağırıyor. Bu günlerde de Zehra kayıp, herkes onu arayıp soruyor. Bakıyorlar ki Zehra suyun içinde, sular üstünden taşıp akıyor. Hemen köye "Zehra suyun içinde " diye haber getirdiler. Köyden gidip Zehra'nın cesedini alıp getiriyorlar, hoca emmimin evine bırakıyorlar. Bize de haber geldi, köye gittik. Baktım ki Zehra'nın boğazını sıkmışlar, boğazında bağın geldiği yer, suyun içinde incecik kalmış. Hoca emmim kıbleye dönerek "sizler bundan beter olasınız, öldürmenin de bir usulü vardır, bu eziyet nedir, bu nasıl insanlık" diye beddua etti. Neticede Zehra'nın cenazesini kaldırdılar ve defin ettiler.
      Daha sonra anam, Rıfat'ın kızı Fadime'yi (Fatma) Mustafa kardeşime gelin getirince Sucaklı sülalesi anama düşman oldu. Sen nasıl olur da kızının katilinin kızını oğluna gelin getirirsin diyerek anamı dışladılar. Rıfat onun kızını öldürdü, yerine de kendi kızını vererek ödeştiler diyerek söylendiler. Baban da çok sever ve çok beğenirdi, ama "gece beraber yatınca Zehra aklıma geliyordu" derdi. Gerçekte anam Fadime'yi ölen kızının yerine değil, sevdiği, beğendiği için oğluna almıştı. Tek oğlu vardı, bu kız iyi, evcimen birisi, bize bakar, evimize sahip çıkar diye düşünerek güvendiği ve beğendiği için almıştı. Sucaklı'lar düşman oldu ama, biz hiç küs tutmadık, Üfret gile gider gelirdik, aramız hiç bozulmadı. Dostluğumuz, akrabalığımız aynı şekilde devam etti. Ama Sucaklı'lar anama karşı halen düşman gibiler, hiç sevmezler.
       -Zehra'yı anan vermiş, "gelin götürün bu kızı buradan, ne yaparsanız yapın, bitsin rezillik" demiş doğru mu?
       -Evet, anam verdi. "Buradan gitsin, kötülükler bitsin de ne olursa olsun" dedi. Öylece alıp götürdüler. Ama Zehra çok iyi, çok has birisiydi. Zehra, hoca emmimin kardeşinin kızıydı. Kardeşi ölünce bu kız anamla kalmış. Hoca emmimde de kabahat var, bu yetim yeğenini yanına alsa, başkalarının evine göndermese, sonuç böyle olmazdı. Fakat yinede düşünüldüğünde birisi amca, diğeri ana, tabii ki ana tercih ediliyor.
      Harmanın üst tarafında ahırımız vardı. Orada iki ineğimiz depremden daha sonra telef olmuştu. Hastalanmışlar, anlayamadılar, ikisi birden telef olmuş. Babam da vasiyetinde bizi ağabeylerim Mehmet ile Ahmet'e emanet edince bizi de severlerdi. Ağabeylerim ahıra sepetlerle saman taşırken beni de boş sepete koyar, gidene kadar sırtlarında taşıyarak beni eğlendirirlerdi. Zehra telef olan inekleri görünce anama geldi ve" git o mundar ineklerin etinden yesene, yiyemezsin, ama beni istemediğim adama verirsin, işte ben de ona karşı mundar et gibiyim" derdi. Ama bana göre anamın bu işte suçu yok. Onu Ahmet ağabeyime veren kör hafızdı, böyle işlerde anamın sözü geçmezdi ki.
      Deden Rıfat, anamın kardeşinin oğluydu, yabancı değillerdi. Benim de dayımın oğlu oluyordu. Anan Fatma ile çok iyiydik. Anan da çok iyi kadındı, herkes sever, beğenirdi. Anam da beğendiği için, bu bize bakar diye bir oğluna gelin etti. Baban da küçüktü, sonra askere götürdüler, Parlak bir yaşındaydı, Efendi her işimizi görürdü, anama yardım ederdi. 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol